Ankara'da Kültür ve Sanat - Ocak, 2005

Gökhan Erkılıç

 

Avrupa sineması dendiğinde, akla, sanatsal söylemler ve entelektüel bir boyut taşıyan bir sinema gelir ki öncelikle Fransa ve İtalya’ya vurgu yapan ama arada bir de İngiltere, İspanya veya Almanya’ya da dokunduran bir sinema coğrafyasıdır kastedilen. Doğu Avrupa sineması ise özgün bir Avrupa sineması sunar yıllardır. Duvarlar aşılalı on beş yıl geçti, yeni yeni dalgalar da beklentiler de boşa çıktı. Doğu Avrupa saman alevleriyle varlığını sürdürmekte. Devlet yardımı ortadan kalkınca küçük bütçeli yapımlar bile destek bulamaz oldu. TV dünyası olaya karışmasa olay neredeyse tükenecek.

 

Sinema AB’nin patronları, ürettikleri patates, krem, mayo gibi filmin de bir meta olduğunu ileri süren ABD’nin karşısında olduklarını avaz avaz haykırıp, sonra da seyirciden uzak düşmemek için Hollywood çayırlarında otlamayı sürdürüyorlar. Kültürel farkların korunması konusunda her platformda başı çeken Fransızlar, ne kadar çene çalarlarsa o kadar sanat yaptıklarını düşünüyorlar. İtalyanların kış uykusu kıştan başka mevsimin olmadığı bir kısır döngü yarattı. Bireysel yaratıcılık özgürlüğü, ancak toplumsal gözlem için kullanıldığında değerli sonuçlar vermekte. Onlar bunu yaparken en uyduruk filmleri de üretmeyi sürdürüyorlar. Büyük yönetmenler kuşağını yitirmiş olan AB’nin genel olarak içe kapanık ve seyirciden kopuk bir sinema ürettiği söylenebilir. Auteurist eğilimleriyle tanınan o kuşak kendi auteur seyircisini yaratmayı başarmıştı. Günümüz yönetmen kuşağı ise kendin pişir kendin ye trendinde yuvarlanıp gidiyor. Geveze yönetmenler kuşağı algı körlüğünden sabıkalı seyirciyle didişiyor. Belleksiz kitlelerin karşısına kimlik sorunlarıyla boğuşan yönetmenler çıkartılıyor.

 

Yazmayan insanın yazının, düşünmeyen insanın düşüncenin değerini bilmemesi gibi, toplum da kendi kültürel değerlerini yaşayamadığı için kültürel emperyalizmi önemsemiyor. Çünkü yitip gidenin kendisi olduğunu göremiyor. Kültür adamları bu halktan ne  bekliyor? Rousseau’nun körler memleketindeki şaşıların özlendiği yıllar... Şaşılar memleketinde kralın adı ABD.

 

Altyapısının olmayışı, alternatifsizlik gerçeği ve eğitimsizlik gibi nedenlerle seçiciliğini ve seçkinliğini yitirmiş seyirci tiplemesi, artık iyiden iyiye benimsenir olmuş. Onun seçme özgürlüğü bile yok. Salonlarda yıllardır aynı filmleri izlemek bile rahatsız etmiyor onları. Diyelim ki salonları kurtardınız, bu seyirciyi oraya nasıl getireceksiniz. Sinema kitlelerin gözünde önce bir meraktı, sonra eğlence oldu. Derken sanat olduğu kabul edildi. Şimdi yeniden eğlence denildi adına ancak kendisi yetmediği için mısırla tüketilir oldu.

 

AB sinemasının AB dağıtım ağı içinde bile kısıtlı kaldığı düşünülürse, güçlü bir AB sinemasında söz etmek mümkün mü? Ulusal renklerini beş yüz yıllık bir süreç içinde ve acı-tatlı rekabetle keskinleştirmiş ülkelerin filmleri, daha ilk beş on dakika içinde kültürel orijinini ele veriyorsa AB sineması nasıl tanımlanacak? Birleşen Avrupa’nın birleşemeyen kültürü ve de sinemasının geleceği nasıl olacak? Ekonomik ve politik birleşmenin doğurduğu gücün kültürel farklılıkları koruma konusunda çaba sarfetmesini dilemekten başka yapacak bir şey yok gibi.

 

Sinematografik ulusal kodlar açısından bakıldığında ortada AB kodlu bir sinema yok. Umarım olmaz da. Bu ulusal skala korunmalı. Hollywood filmlerinin AB pazarının yüzde seksenini ele geçirmesi umut kırıcı. Son yirmi yıllık süreçte, AB’li Hollywood seyircisi sayısı aşağı yukarı sabit kalırken, AB sineması AB’li seyircisinin yüzde seksenden fazlasını yitirmiş durumda. Sorun nerede? Sanırım, AB’nin kendini her alanda olduğu gibi kitle kültürü konusunda da yenilemekte geç kalmasında. Ortalıkta Türk, İngiliz, Alman yapımı Amerikan filmleri dolaşırken zorlu bir sürecin AB sinemasını beklediğini söylemek zor değil. Kaldı ki AB için kültürel dünyası en güçlü olduğunu sandığı yerdir. Sinema, bugün AB için uluslararası kültür savaşının simgesel olgusudur.

 

AB medya tartışmalarında imaj çöplüğü sorunu teknoloji çöplüğü sorununu aşmış durumda. Mesaj yoğunluğundan da öte sinemanın AB kimliğini ne denli yansıttığı sorunu kafaları kurcalıyor. Çünkü kültürel kirlilik çevre kirliliğinden daha yıkıcı sorunlar doğuruyor. AB, Amerikan kültür hegemonyasının karşısına çıkarmak için entelektüel çöplüğünde kendi Bin Laden’ini arıyor.

 

Türkiye Hollywood yalakası yönetmenlerin en son kuşağını 90’larda tanıdı. Üç beş yıla kalmaz, AB ile de onun yalakalar kuşağı işbaşı yapar. Sanat sinemasının Türkiye’deki biçimi, kişisel bunalım ve takıntı filmleri olarak varlığını sürdürmekte. Takıl ona, senin de bir takıntın olsun. AB’nin ulusal sinemamıza ne kazandıracağını zaman gösterecek, ne kaybettireceğini de!