Ankara’da Kültür ve Sanat – Nisan-Kasım-Aralık, 2003

Gökhan Erkılıç

 

Kent kültürü, teknoloji çağının ve toplumsal uzlaşmanın biçimlendirdiği bir kültür olarak ele alınır. Bu iki etken, sinema ve kent olgularını birbirine bağlar. Gelişen teknoloji sanatlar arasında sinemaya öncelik tanır. Egemen sinema en düzeysizinden bir toplumsal uzlaşma yaratmaya can atar. Sinema kitlesel bir iletişim aracı olduğu savunusunu izleme biçimine dayandırır. Sanat  kentleşmenin ve teknolojik gelişimin direkt etkilerine açıktır. Şimdi soruyu sormanın tam sırası: Sinema kültürel bir birikim veya yarar sağlar mı? Bu, sinemadan ne anladığınıza bağlı. Bazı filmler yararlanmayı ve çözümlemeyi bilen için kültürel verilerle yüklüdür, tüketim sinemasının ürünleri olan bazısı da izleyicide olduğu varsayılan kültürel altyapıyı kemirir.

 

Kent insanı sinema karşısında çift karakterli bir kitle görünümüne bürünür. Bu kitlenin neredeyse tamamına yakınının zamanı çok dolu ve işleri acayip yoğun olduğu için sanat ve sinemaya boş zaman seçeneği olarak bakarlar. Yaşamı boyunca yüzlerce kez sinemaya gidenler içinde sinemayla hiç tanışmamış olanların çoğunluğu oluşturduğuna şaşırmamak gerek. Onlar boş zamanlarında film izlerler. Filmler eğlence kültürünün bir parçası olarak soytarılık görevlerini yerine getirebilirler ama... Sinema boş zaman kavramının tercihi olmayı sevmez.

 

Kent kültürünün, adına sanat sineması dediğimiz kavramın peşinde koşan, görece daha bilinçli ve kültürlü olanları da etkilediği bir gerçek. Kentli kimliklerimiz için sanat filmleri, festivaller, film haftaları, toplu gösteriler, en iyiler ve seçkiler ne anlama gelir? İzleyici profili üzerine gerçekleştirilen anketlerin sonuçları bu soruya yanıt vermek konusunda bize yorum yapma olanağı tanıyor.

 

Bilinçli ve kültürlü nitelemelerini yakıştırdığımız izleyici kitlesine yakından bakacak olursak, çok değişken bir karaktere sahip olduğunu görürüz. Bu, kitle içinde bulunma nedenlerini de bir hayli çeşitlendirir. En çabuk yüz yüze gelebilecekleriniz sosyalleşme arayışlarına sinema salonlarında çare arayanlardır. Kendilerini hemen herkesi tanımaya zorlarlar. Karşı kıyıda kalanlara umursamaz davranırlar. Dayanaksız eleştirel söylemleri, kısa sürede, kişiliklerinin doğal bir çıkıntısı haline gelir. Varolmayan bir elitizmin ilk aksırıklarıdır bunlar. Yakın zamanda onlardan biri olabileceklerinin kokusunu erken aldıklarından sinemanın sahte otoritelerine çabuk teslim olurlar. Çelişki, sinema kültürünü edinme ve sinemasal üretim biçiminin bireysel bir çabayı gerektirmesinden doğar. Kentli olmakla sinema kültürüne sahip olmanın aynı sancılı yol üzerinde yürümek anlamına geldiğini kavrama anı, sosyal ilişkiler tarihinde zor görülür bir dönüm noktasıdır. Varsın olsun, dostlar bizi festivallerde ve elitist salonlarda göredursun da denilebilir. Sosyalleşmecilik oyununda bunun da zaferler kazanmaya yeterli olduğu test edilip onaylanmıştır.

 

Kent kültüründe sinema yolculuğumuzun bir başka durağı cinsellik! Kültür–sanat ortamları, cinsel arayışlara çanak tuttukları, her türden cinsel kimliği kolay benimsedikleri ve yargılamadıkları inancıyla yanıltıcı bir albeniye sahiptir. Sinema ortamlarının, cinsel aktiviteler için bol kepçeden fırsatlar sunduğu yönündeki tümden yanlış olmayan bu önyargı, sektörü aklı orasındakilerin uğrak yeri haline getirir. Cinselliğin sinemanın beslendiği ana kaynaklardan biri olması, düşlerini gerçekleştirmeyi dileyenlerin iştahını kabartır. Bu durumda, sinema sanatının cinsellik karşısında şansı olduğunu düşünmek de sinemasal bir masaldır.

 

Bir de sektörel çıkarların sinemaya ittiği pazarlamacılar vardır. Doktor, avukat ve öğretmenlerin adı çıkmıştır ama her meslek grubunda sinema ortamlarında bulunmayı görev bilen, ortaklaşmacı grup psikolojisini yaşatmayı hedefleyen ve bu doğrultuda en entel alan olarak sinemayı gözlerine kestirenler vardır. Filmler mezedir, iş randevuları antraktlara verilir ve sinema çıkışlarında filmsel sohbetlerle tatlandırılan derin iş analizleri yapılır. Öte yandan, stresini boşaltacak yer arayanların soluğu sinemada aldığı garip bir süreçten geçiyoruz. Ağlayacağı bir omuz, sinirlerini yıpratacağı bir dost, eğleneceği bir arkadaş, yolacağı bir kaz, küfür edeceği bir yönetmen/oyuncu, kaprislerini boşaltacağı bir salon görevlisi veya hayatın yükünü paylaşacağı birilerini arayanlar için sinema tam bir şenliktir! 

 

Öğrenme arayışındakiler ise seyircinin yüzakıdır. Genelde vitrine çıkmazlar. Sinemayı bir uzmanlık alanı olarak görüp, öğrendikleriyle yetinmezler. Kent kültürsüzlüğüne kültür kazandırmak konusunda kendilerini yalnız hissetmelerinin sıkıntısı yüzlerinden okunur. Sinemayı sevgi düzeyinde yaşamayı aşarak üretim düzeyinde yaşatırlar. İçlerinden kimilerinin tek sorunu ürettiklerini dev aynasında görmeleridir. Zamanla ya doğal sınırlarına çekilirler ya da köyün Fellini’si olarak ortalıkta dolaşırlar. Sanatsal arayışların sinemaya çektiği kitleye gelince: İçlerinde sinemayla geliştirdikleri ilişki sayesinde kültürel donanımını daha da güçlendirenler bulunduğu gibi, sinemada da dikiş tutturamayınca arayışlarını bir kenara bırakan ve o çok değerli sanatsal anılarını aktaracağı köşesine çekilebilmek için bir an önce gongun çalmasını bekleyenler vardır. 

 

Kimileri için de prestij önemlidir. Sinema çevresine kapıdan olmazsa bacadan girip bunu sağlayabileceğini düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Prestijin bira bardaklarının içine düşerek, seyredilen filmler üzerine aykırı laforizmalar yumurtlayarak ya da pek mühim festival salonlarında çalım satarak sağlanamadığını anladıklarında, sıra sudan çıkmış balık rolünü oynamalarına gelir. Bu noktada self-test için sinemaya balıklama dalanları da unutmamak gerek. Deneme yanılma yöntemiyle yol alırlar ve bir gün karşılarına çıkan ne yazık ki sinema olur. Onu da dener ve becerirler! Tanrı sinemayı -serseri mayından farksız olan bu deneycilerden- korusun!

 

Varsayalım ki -kimileri size dokunsa bile- bütün bunlara katıldınız. Güzel ama ne yapmalı? Yazımızın eleştirel dozajının yüksekliğinin ardında 80 yıllık bir beceriksizliğin sancıları uzanıyor. Özel veya devlet ayrımı olmaksızın sektörel, bireysel, kuramsal ve kurumsal yoksulluğu en derininden yaşayan sinemamız için ne yapmalı, nasıl bir yol izlemeli? İş, öncelikle sinemanın bir sektör, kurum, sanat ve bilim alanı olduğu gerçeğini görenlere düşüyor. Burası çok önemli, çünkü geçmişi yaşatanların ve onların kuyruklarının ayıklanması sürecinde dikkatli ve dürüst olmak gerekiyor. Sözün özü, kültürsüzlüğün kendi akış sürecinde kültürü yaratacağını beklemek bir masal. Kent kültürü ancak kültürsüzlüğe tepkinin bir sonucu olarak, bir karşı-söylem olarak doğabilir. Bu noktada, sinemanın her yönüyle kent kültürünce biçimlenen ve ona biçim veren bir olgu olduğunu yeniden anımsatalım. Ve sinemanın kent kültürünün ana motiflerinden biri olması adına atılması gerekli adımlar konusundaki düşüncelerimize kısa kısa değinelim.

 

Öncelikli olarak sinema kültürünün yaygınlaşması, eğitimli ve bilgisini üretime aktarabilen kuşakların yetiştirilmesi, sinema yayıncılığının gelişmesi, izleyen süreçte de programlarının bilinçlice oluşturulduğu festival ve film haftalarının düzenlenmesi için dernek, vakıf ve sinema kurumlarının güçlenmesi gerekli. Özgünlüklerini yitirmeden gerçekleştirebilecekleri bir birleşmenin sağlayacağı avantajlar ve ortak yönetim düşüncesi de kulağa hoş geliyor.

 

Sinemanın kaleleri olan sinematekler, tüm dünyada olduğu gibi yıllar sonra yeniden gündemimize giriyor. Programlama açısından en sorunlu kurumlar olarak görülen sinematekler, programlarını oluştururken film seçicilerin bilgi düzeyini, tanıtım olanaklarını ve izleyici kitlesinin kültür düzeyini dikkate almalı. Dolgu filmler ideal bir sinematek izleyicisinin beklentilerini karşılamaya yetmiyor. Geniş düşünmek, zor ulaşılana ulaşmak ve eski-yeni, klasik-modern yapıtlarla kitlenin beğeni ve bilgi düzeyini yukarılara çekmek gerekiyor. Sinematek büyük oynamayı ve düşünmeyi ister. Sinemanın kalesi olan ülkelere baktığınızda, kent kültürünü oluşturan en önemli kurumlar arasında sinematekleri görürsünüz. 

 

Adını, açıkladığı programı yıl boyu gösterimde tutmasından alan program sinemaları ise bir başka önerim. Tümüyle kentlere özgüler. Daha çok ekonomik sorunlarını aşmış ve büyücek bir bilinçli seyirci sayısına ulaşmış ülkelerde görülen bu tip merkezler için sponsor veya devlet desteği kaçınılmaz. Kültür Bakanlığını veya belediyeleri bu işe yönlendirmek gerekiyor. Ağırlıklı olarak klasik sinema örneklerini gösterdikleri için yararları tek bir noktada toplansa bile, geleceğin kent kültürünün gerektirdiği altyapıya sahip seyircisini oluşturmak için varlıkları kaçınılmaz görünüyor. 

 

İşletmecilik açısından bakıldığında, sinemadan en üst düzeyde yararlanmanın koşulu, herkese sinemanın salt bir eğlence ve boş zaman aracı olmadığını öğretmekten geçiyor. Burada söylendiği kadar kolay bir iş değil bu. Bunun için, sevgili vatanımın beyin körlüğünü aşması gerekiyor. İşte, sinemanın önündeki ekonomik engeller tam da bu nedenle kaldırılmalı. Sinema bir görme işi ve bizim görme kusurumuzu aşabilmemiz için üretim, dağıtım ve izleme koşullarının iyileştirilmesi gerekiyor. Kültürün kente yayılması buna dayanıyor.

 

Sinemanın politikacısından araştırmacısına, öğretmeninden sanatçısına geniş bir ilgili kitlesi olagelmiştir. Onun bir bilgi, iletişim ve kültür taşıyıcısı olarak da kullanılırlığının ayırdına varılması, kullananın amaçları doğrultusunda rol oynamasına neden olduğundan yararlı da olabilir zararlı da. Ancak bu bilinç, kitle yararı doğrultusunda kullanıldığında, sinemanın kentli insanın gündelik yaşam pratiğine sağlayacağı katkılar olacaktır ki bu da sinemanın kitleler tarafından yeniden benimsenmesinin nedeni olabilir.

 

Gelelim sinema yayıncılığına... Sinemanın kent kültürüne vereceği desteğin salt seyirle sağlanamayacağı çok açık. Bu desteğin düzenli,bilinçli ve sürekli olmasının koşullarından biri de sinema yayınlarının sayısının artması ve dağıtım alanının genişlemesi. Bültenler, dergiler, gazeteler, kitaplar, cdler ve internet ortamı bu hedef uğrunda kullanılmayı bekliyor.

 

Son önerimiz doğrudan sinema adına olmayan, diğer sanat dallarına da eğitim, üretim ve sunum şansı tanıyan bir öneri. Kentlerin mutlaka sahip olması gereken kamusal alanlardan biri de, sanat üretimi yapan sivil kurumların yerleşimine, kullanımına ve üretimine açık kültür merkezlerinin kurulmasıdır.

 

Kent kültürü, kendisi üzerine konuşulmayı, tartışılmayı, sahiplenilmeyi ve sürekli yeniden üretilmeyi sever. Ve sinema, kent kültürünün bu gereksinmelerini karşılayabilecek güçte bir birikime ve yaratıcılığa sahiptir. Halk, popüler, kitle, entelektüel; kültür kavramını bunların hangisiyle eşlerse eşleyin, sonuç değişmez: Sinemasız bir kent kültürü düşünülemez. Kentin kültürsüzlüğü sinemanın olanaklarının yerli yerinde kullanılmadığının açık bir kanıtıdır.