Ankara'da Kültür ve Sanat - Kasım, 2004

Gökhan Erkılıç

 

Bir yapıtın kurulma sürecindeki yapaylık, kendisini sarıp sarmalayan gündelik gerçekle nasıl bir ilişki kurar? Yapıtın kurmacaya dayanan karakteri, sanatçının önünde dikilen gerçekten ne denli ve nasıl beslenir? Bazı zamanlar çok uzayan bu çarpışmalar silsilesi sırasında özgünlüğünden ne denli ödün verir? Bu alışveriş sırasında onu farklı kılan ruhunu sıradanlığa satamaz mı? Kurmacanın dünyası yaşamdan ne kadar uzaklaşabilir? Bitip tükenmez sorular...

 

Yapıtların sonu üzerine olasılıklardan hareket edelim. En kötüsü silikleşir ve yitip gider: Yenilgi. Veya iki arada bir derede kalır ama oluşumunu tamamlar: Varlık. Ve en güzeli, gerçeği aşar ve bağımsızlaşır: Yengi. Kalıcılık. Özgünlük. Sanat.

 

Asıl ilginç olan, sanatçının, bu işkence süreci karşısındaki durumudur? Süreci bir haz kaynağı olarak görebilir. Suskunluğa gömülerek adımını geri çeker, bitmemiş başyapıtlara davetiye çıkarır. Dayanabilirse başarının hazzı dünyayı dolaşır. Çıkmazla karşılaştığımızda aradığımız nedir, ilham meleği mi? Sanatçının ömrünün büyük kısmı ilham meleğini aramakla geçiyor ve araya sayısız kelekler giriyor.

 

Diğer sanatlarla kıyaslanınca, sinemada meleklerin sayısının azlığı gelişigüzel bir araştırmayla bile kanıtlanabilir bir gerçektir. Yazının mükemmelinin sinemanın mükemmeli ile buluştuğu başyapıtların azlığına şaşırmamak gerek. En ilginç buluşmalar, yazarların dünyasının sinemada su yüzüne çıkmasıyla gerçekleşiyor.

 

Sergei Paradjanov’un gözünden, 18. yy. Ermeni şairi Sayat Nova’nın dinin, sanatın, insanın, güncel olayların, güzelliğin ve en çok da aşkın karşısında nasıl durduğunun kurmaca öyküsünü anlatır, Narın Rengi. Ardından Joseph Losey’in Romantik İngiliz Kadın’ı gelir ki kıskançlık fantezileriyle beslenen bir kurmaca olay örgüsüdür karşımızdaki. Andre Belvaux Benvenuta’da alışkanlıklarımızı kırar ve anımsanan anlar üzerine kurulu düşlere ortak eder bizi. Yeniden kurmanın, geçmişin yaşanılan ana düşen gölgesiyle tırmanan huzursuzluğunu yansıtan ilk modernist örnektir belki de. Daha yakına gelecek olursak, Joel Coen’in Barton Fink’inde, yapıtı kurma sürecini biçimlendiren en önemli etmenin yazarın beynindeki labirent olduğunu; Michael Radford’un Postacı’sında ise, aşk gibi herkese açık olan alanlara eğilen kurmacanın, bizleri kendi derdine ortak etmek konusundaki yetkinliğini öğreniriz. Son saptama, Havuz ile François Ozon’dan gelir: Sanatçı kurduğu yapıtla gerçek dünya arasında kalmak istemediğinde bir aracı kullanabilir. Böylece, kurulan öykü, kendi içinde kurduğu düşü bize yansıtır ki bu sonuncusu, sanatçının asıl hedefi, takıntısıdır aslında. Sanatın kurmaca eylemini tartışmak için en büyük olanaklara sahip olan dilin adı sinemadır.

 

Ve final... Cannes FF’nin bence en önemli ödülü olan Altın Kamera, 2003 yılında Danimarka’dan Christoffer Boe’nın Reconstruction (Yeniden Sev Beni) filmine gider. Her yazar, kariyerinin açmazlarla karşılaştığı dönemlerinde yeniden yapılanmaya gereksinim duyar. Yaratım sürecine en benzer, en yakın duran olgu aşk değil de nedir? Bir başka söylemle, bu süreci tetikleyen en güçlü olgudur aşk. Deneyimli yazarımız, aşkın tarifini yeniden yapmasına neden olan kadını, kurduğu yapay dünyanın düşleminde özgür bırakarak, onu çetin bir sınavdan geçirir. Sevdiği kadına gerçek ve kurmaca dünyasında geniş bir hareket serbestisi sağlar. Onu zora sürer. Kendisine de, karşısına gerçek hayatta çıksa, kazanma şansının zayıf olduğu bir rakip yaratır ve esin kaynağı sevgiliyi onun karşısına çıkarır. Ancak son anda, onun kendisinin olduğunu kanıtlamak istercesine gerçeğe döner. Bu oyunun kurallarını o belirlemiştir. Bunu herkes bilmelidir. Böylece, yaşamdan aldığı kadını, kurmacasında dilediğince kullandıktan sonra, yeniden yaşama bırakır. Finale kendi adını yazdırmalıdır, kaybeden o olmamalıdır.

 

Rakibinin sıradan bir kadın olan sevgilisi ile kendisinin büyülü bir çekicilikle kutsanan sevgilisinin aynı kadın olması rastlantı değildir. Yazarın kadınının böylesine farklı durmasından daha doğal ne olabilir? Yazar yarattığı ve aşığı olduğu kadını paylaşmaya razı değildir.

 

Filmin kendisinden çok, yazarın bilinç ve bilinçaltını yüz yüze getiren o bildik karmaşa ortamına tanıklık etmek büyük bir keyifti. Bu enerjik ve yıpratıcı süreç tam anlamıyla böyle işliyor. Zaman kaymaları, bakış açısındaki çeşitlilik, geri dönüşler ve kaçınılmaz yinelemeler işin doğasında var ve unutmayalım ki yazarın biçimlendirdiği yapıtın içinde biz de yolculuk yapıyoruz.

 

Sevgiliyle birlikte gelen romantizm, yazarlığın kolay yara alan tenine çabuk işler. Aşkın psikolojik düzlemde yarattığı dalgalanmalar dramı besler. Herkes kendi derdini, yazar herkesin derdini yaşar. Tükenir ama her tükenişin ardından yeniden gelmelidir. Aşk yaratma tutkusunun bir göstergesi olsa gerek. Az olanla yetinmek istemem, aşkı sana bırakıyorum. Sen, benim için en iyi olanı yap, yeniden kur beni!