haz: ayşe pay
küre yayınları
2009 / 128 sf.
serap zeren
Reddedilerek var olmayı tercih eden, kötülüğü anlatarak erdemi anlatmanın peşine düşen ve ‘Dostoyevski, edebiyat olmasaydı sinemacı olmamda hem teknik hem manevi bir şeyim olmazdı’ diyen Demirkubuz’un sinemasının sinematografisini, temalarının ortak söylemini, karakterlerinin içdünyasını ve yapıtlarının anlatı dilini çeşitli disiplinlerden gelen yazarlar psikanalitik ve felsefi açıdan çözümlemesini yaparak inceliyorlar.
Özellikle varoluşçu çerçevede ve Dostoyevski üzerinden ele aldıklarında veya Heidegger, Nietzsche, Alain Badiou, Bakhtin, Barthes gibi düşünürlerin gözünden karşılaştırdıklarında Demirkubuz sinemasının felsefi bir var olma noktasına gelemediğini; anlatımının arabesk patetik olduğunu; karakterlerin sınıfsal kimliklerden, sosyolojik, toplumsal ve felsefi boyuttan çok yaptıkları eyleme odaklandıklarını; nihilizm, inançsızlık ve sıkıntı üzerine uzun demeçlerindeki umarsız tavrının sinir bozucu bir narsizm içerdiğini, öznesi olmayan kolektif bir söylem içinden seslendiğini; majör dil üzerinden minör bir sinema yaptığını ve anlatımının da kapalı bir anlamlılık içerdiğini vurguluyorlar.
Kitabın sonundaki söyleşide Demirkubuz insanların genelde sırtlarını, akıllarını şahsi vicdanlarına değil de makama ve otoriteye dayandırdıklarını, karakterlerinin felsefi bir profil çizmesi için çaba göstermediğini ve hiçbir şeye hizmet etmediklerini, çıplak insanı anlattığını dile getiriyor.‘Daha dün yeryüzünü rastgele dolaştım, üzerinde dolaştığım binlerce yol beni hiçbir yere götürmedi; çünkü onlar başkalarının yollarıydı. Bugün yalnızca tek bir yolum var; nereye gittiğini tanrı bilir ama o benim yolum.’diyen Sartre’ın Sinekler adlı romanının kahramanı Orestles gibi Demirkubuz da söyleşisinde‘Benim yolum bu.’ diyor. Kendine ait dertleri, arayışları olan, sorgulamaya ve yaşadığını anlamaya çalışan ve rastlantılar sonucu sinemanın kapısına geldiğini söyleyen Demirkubuz ve sinemasını (ve anlamsızlığın anlamını) anlamamız adına önemli bir çalışma.