Reha Erdem Sineması: Aşk ve İsyan

reha erdemeditör: fırat yücel

çitlembik yayınları              

2009 / 191 sf.

dursun veli es

 

Kesin olan şu: Bir yönetmenimizin dünyasını hem bir bütünlük içinde hem de tematik çerçevelerin daraltılmış alanında işleyerek bize yakın kılmak için harcanan çabaların en doyurucu örneklerinden biri karşımızda durmakta. Çerçeveler hayatımızda ve sinemada ne kadar kesişiyorsa kitapta da o kadar kesişmekte. Hayatın akışında sıkıcı olan ne varsa, burada, düzenlenmiş haliyle sıkı dokunmuş bir dünyaya evrilmekte.

 

Erdem sineması yaralardan sızarak insana ulaşır. Yarattığımız ve yaratılan sınırları aşmak için hayalleri yardıma çağırdığı da olur. Söz geçiremediğimiz ruhumuz ve bedenimizle düşe kalka yol alır, örseleniriz. Sınırları çizilen oyun alanımızda soluğumuz yettikçe çevremizi yontmaya çalışırız ve onun yontuları bizim yaralarımız olur. Derken önceki yaraları küçümseyen edasıyla aşk çıkagelir, çoğu zaman davetsizce. İşte Aşk ve İsyan bu kaotik yapıyı ince ince işliyor.

 

Gerçeklik-hayal çizgisi, kültür, kent-taşra ikiliği, beden ve/veya karakter temelli çatışmalar, modernitenin sürüklediği ve aşkın ilgi alanı olarak seçtiği karakterler… Filmler yazıları doyurucu kılıyor; kurgulanmış söyleşiler de bir o kadar besleyici. Odaklanılması gereken bölüm ise Reha Erdem imzasını taşıyan ve kitabımıza adını veren son bölüm. Ve bizim de bir iki söz etmemizin nedenidir.

 

Bir kırılma noktası olan Beş VakitErdem sinemasının tanımadığı bir dünyaya uzaktan bakabilmesinin zengin getirisini taşır. Zamanın kendi haline bırakıldığı bir coğrafyada bulunmak; insanı kendinden uzak ve ne kadar büyürse büyüsün küçük kılan, kazanma hırsında ve para tutkusunda boğan çılgın kalabalıktan uzağa düşmek yönetmenin en sonunda demlenmesini sağlamıştı. Onun düşünsel gözü akıp giden hayatı bütün parçalanmışlığının izlerini sürerek çözümlemiş olsa da üzerine düşen kentin gölgesinden sıyrılamamıştı. Düşüncesini, insana sadece tüketen bir mal olmasını buyuran kentin görünmez elleri kıskaca almıştı.

 

Çıkmazı gören insan eğer bir düşünen insansa çıkışı arar. Aramayan bir dünyanın arayan bireyinin portresi çok grotesk ve yaşamla ilintili olmaktan uzaktı. Durduğu yerde duran taşra ise, taşra düşününün zenginliğinin farkında bile değil. Ona dışarıdan bakan, taşıdığı kentli değerlerin üstten bakma alışkanlığının boşunalığını anlayarak bakabilen bir göz kavrar önemini.

 

Kendine ihsan edilen perdeye sırtını çevirip kendi perdelerini yaratmak için yaralarına film çektirmeyi, film çekerken acı çekmeyi, hayatın akıntısına karşı kürek çekmeyi göze alan bir yönetmenin sinemasını anlamak yolunda elinden çok şey gelen bir yol arkadaşı bu kitap.