SABIRSIZLIK ZAMANI ÇOCUKLARI

 

Zehra Yiğit

 

Yönetmen: Aydın Orak
Senaryo
: Aydın Orak
Görüntü
Yönetmeni: Vedat Oyan
Sanat Yönetmeni:
Salih Süleymani
Kurgu: Murat Hasarı
Müzik: O.A.G
Oyuncular: Mirza Zarg, Mirhat Zarg, İştar Gökseven, Pelin Batu, Feride Çetin, Ali Seçkiner Alıcı ve Rıza Sönmez

Yapım Yılı/Süre:2021/93 ’

 

sabz.3 x960

 

Çocukluk, hem Türkiye hem de dünya sinemasında sıklıkla yetişkinlerin dünyasındaki sorunların çocuk bakış açısı ile görünür kılınmasını sağlayan bir metafor olarak karşımıza çıkarken, aynı zamanda iktidar ilişkilerinin, toplumsal adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin tartışılmasına da bir zemin hazırlar. Prömiyerini 37. Varşova Film Festivali’nin yarışma bölümünde yapan, Aydın Orak’ın yönettiği Sabırsızlık Zamanı, anlatının merkezine iki çocuk karakteri (Mirza ve Mirhat) alarak, onların yaşam koşullarını ve bu şartlarda can bulan gündelik hayatlarını metaforik dille anlatıyor. Diyarbakır’ın yaz sıcağında, yoksul bir mahallede yaşayan, tek hayalleri mahallede yapılan lüks site içerisindeki havuza girmek ve serinlemek olan iki kardeşin hikayesini izleyicisine ulaştıran film, izleyicisini, bir yandan kendi çocukluğuna doğru bir yolculuğa çıkarırken diğer yandan filmin ana karakterleri Mirza ve Mirhat’ın soru ve sorunları ile düşünmeye sevk ediyor.

 

Sabırsızlık Zamanı, bir güvenlik görevlisi ile iki çocuğun karşı karşıya gelen görüntüleri ile açılıyor. Bir metafor olarak güvenlik görevlisi sistemi temsil ederken, çocukların onun karşısında durma hali, sistem ile karşı karşıya gelme anlamlarında kullanılırken film boyunca onun kurallarını eleştirme, sorgulama ve hatta ona isyan etme anlamlarına da dönüşüyor. Görevli ile çocukların karşı karşıya geldikleri sahnede çocukların attıkları çığlıklar, onların baskılanmış, bastırılmış ve yok sayılmış, dolayısıyla işitilmeyen sesleri olarak okunabilirken, aynı zamanda onların anlayamadıkları eşitsiz dünyaya karşı bir tür isyan, öfke boşaltımları ve eşitlik arayışları olarak da okunabilir. Toplumsal cinsiyet vurgusu yapmadan, çocuksu masumiyeti kara mizahla hikayesine dahil eden Orak, masumken mağdur olan, toplumsal ve ekonomik eşitsizlik ve adaletsizliğe kurban verilen, kendilerinin yaratmadıkları düzende, hak etmedikleri eşitsizliklerle savaşmak zorunda kalan bu iki çocuğun hikayesi ile, sabırsız çocuklar tarafından sınırların ihlal edilmesinin mümkün olup olmadığını tartışıyor. Kullandığı minimal dil ile de izleyicisinin yüreğine dokunmayı ve buruk bir tat bırakmayı başarıyor.

 

Filmin isminin görülmesi sonrası şehre yukarıdan bakarak toplumsal ve ekonomik şartlar hakkında izleyicisine genel bir bilgi veren Orak’ın kamerası, bu evlerden herhangi birine sakince sokuluyor. Böylece bu evde yaşayan iki çocuğun yaşamları ve bu yaşamlara dair detaylar, Diyarbakır’ın bu semtindeki yaşamların birer alegorisi durumuna da dönüşüyor. Bu evdeki iki çocuk olan Mirza ve Mirhat, babaları, anneleri ve ablaları ile mutlu bir aile tablosu oluşturuyorlar. Örneğin babaları, onlara her gün bir kelimenin anlamını öğrenmelerini salık veriyor ve onların bir gün profesör olacaklarını hayal ediyor. Aile fertlerinden daha gerçekçi olan anneleri, zaman zaman onların kurdukları hayalleri tatlı dille eleştirse de yine de birlikte çaldıkları sazın, söyledikleri türkünün ve samimi sohbetlerinin ortasında mutlu görünüyorlar. Şube öğretmenlerinin yetersizliğinden dolayı okulda derslerinin çoğu boş geçse de Mirza ve Mirhat, bu yoksulluğu ve yoksunluğu esprili bir dille aktarmayı başarıyorlar. İdealist öğretmenlerinin onlara verdiği felsefi ve sosyolojik eğitim ile yaşamı keşfetmeye devam eden çocuklar, öğretmenleri sayesinde Cervantes’in Don Kişot’u ile tanışıyorlar. Okulun kapısı önünde “Ben Don Kişot’um” diye bağıran çocukların havuza ulaşma hayalleri ve sisteme karşı savaşları, Don Kişot’un yel değirmenine karşı savaşı ile paralellik taşıyor.

 

sabz.1 x960

 

Filmin anlatısında Mirza ve Mirhat’ın girmeyi hayal ettikleri sitenin çevresindeki demir teller bir sınır alegorisi olarak, aynı mahalledeki iki sınıfın gelir düzeyindeki farklılığın, bir yaşam tarzı ayrımını da beraberinde getirdiğinin altını çiziyor. Mirhat’ın sitede yaşayan küçük kızla demir teller ardından kurduğu diyalog, yetişkinlerin dünyasının birer tezahürü ve tekerrürü olarak dikkat çekerken, bu dilin çocuk dünyasına ait olmayışı ve ayrıksılığı fark ediliyor, tıpkı yetişkinlerin kurdukları düzenin sonuçlarının onların dünyalarına ait olmayışı gibi. Televizyonda bir yandan kentsel dönüşüm mağdurlarına yapılacak kira desteği haberleri işitiliyorken, çocukların dünyasında, sitenin havuzuna girme problemleri ile matematik dersinde işledikleri havuz problemleri örtüşüyor.

 

Çocukların bu güvenlikli sitedeki havuza girme denemeleri, önce bekçi sonra sitedeki çocuklar tarafından engellenirken, çocukların dünyalarında, zihinsel güçleri ile taşı hareket ettirerek cam çerçeve kırma ya da havuzda dondurma yiyen çocuğun dondurmasını düşürme gibi masum intikamların hayali kuruluyor. Çocuklar, adalet arayışlarının öfkesiyle güvenlik görevlisinin evinin camını kırarken, meselenin sadece güvenlik görevlisi ile ilgili olduğunu sanacak kadar naif düşünüyorlar. Çözüm olarak hurda satıp, para kazanmayı tercih eden çocuklar, bu işten hayal ettikleri parayı kazanamayınca, havuz yaptırmak yerine plastik havuz alarak, bu plastik havuzda da eğlenmenin yolunu bulmayı ihmal etmiyorlar. Dünyayı değiştirme hayali kuran bu çocukların karşı karşıya kaldıkları yetişkinler ile aralarındaki diyaloglar, sitede yaşayan çocuklarla olan atışmalar çocuk dünyasının hem saflığını hem de zekiliğini ve sınırları esnetme potansiyelini ortaya koyuyor.

 

Sitede yaşayan, özel araçla okula giden ve sitenin içerisindeki havuzda serinleyen çocukların aksine yoksul bir mahallede yaşayan, okullarında pek çok dersi boş geçen Mirza ve Mirhat, ellerindeki bir lira ile dondurma almak yerine bunu ihtiyacı olan biriyle paylaşacak kadar da yüce gönüllü olarak çizilirlerken, bu çocuklar, idealist öğretmenlerinin dediği gibi eğitimin yalnızca okulda olmadığının göstergesi durumuna da geçiyorlar. Filmde yetişkinlerin çizdikleri sınırlar içerisinde hareket eden bu çocuklar, bütün bu yoksunlukların ortasında, hayallerini bırakmayıp her gün bu hayalleri biraz daha genişleterek, sistem içerisinde kendilerine delikler açıp, buralardan sızabilecekleri alanları yaratıyorlar. Orak, çocukların nedeni olmadıkları ancak sonucunu yaşadıkları, sosyolojik, ekonomik, politik, demografik pek çok unsurun birleşimi olan çok boyutlu bir sorunu, yoksulluğu, sınıfsal eşitsizlik ve adaletsizliği mercek altına alırken, havuz problemi metaforu ile yoksulluğun getirdiği eğitim, konut, yaşam şartları gibi olanakların yoksunluğunu da anlatısına dahil ediyor. Yönetmen, çocukların yaşamlarını, çocuksu dünyanın naifliğini, yaratıcılığını ve sorunlarla baş etme yöntemini de izleyicisine ajitasyon yapmadan aktarırken başka türlü bir yaşamın varlığını da fısıldıyor. Kentsel dönüşüm ve bu dönüşümün yarattığı adaletsizliklere dair çocukların sordukları “Neden beyazlar gerçek, biz naylon havuza giriyoruz?” sorusu ise izleyicisinin yüzüne tokat gibi iniyor. Mirza ve Mirhat, bu yoksulluk ve yoksunluk sınırları içerisinde hapseden sisteme dair sordukları safça soruları ve çocuksu başkaldırışları ile birer kahramana dönüşürken, izleyici onların “kahraman” olmak zorunda kalmadıkları bir dünyanın adaletinin nasıl kurulacağı sorusu ile baş başa kalıyor.