SEKANS DİYALOGLARI 2 - KELEBEKLER / TOLGA KARAÇELİK

Nurten Bayraktar, Özgür Erdi Akbaba, Gülşah Altuğ

 

20 Temmuz 2018

 

2018’in en ilgi çeken filmi belki de Kelebekler oldu. Sundance Film Festivali’nde büyük ödülü almasından belki de daha çok Karaçelik’in önceki filmlerinden bu derece farklılaşmasına şaşırıldı. Film demlendi, eleştiriler yapıldı, Karaçelik ile çok sayıda söyleşi yapıldı. Filmi ve filme gelen eleştirileri serbest çağrışım usulünde konuştuk ve Ara Yazılar için derledik.

 

 

!!! SÜRPRİZBOZAN İÇERİR, ÖNCE FİLMİ İZLEMENİZ ÖNERİLİR !!!

 

kelebekler1

 

- Filmdeki erkek dırdırına ne demeli?

 

NB: Film birçok meseleyle dalga geçerken aslında alışılmışın tersini gösteriyor. Erkek dırdırı da bunlardan birisi. Dırdırı yapanlar hep erkek. Karakterlerin yaşamlarıyla tanıştığımız açılış sekansında Suzan’ın anaokulu öğretmeni olduğunu görüyoruz ve nefessiz dırdır eden bir çocuk karşısındaki pes etmişliğinden kocasının çenesi düşüklüğünden isyan etmesine gidiyor olay. Tabii en can alıcı yer de gazinodaki öfke patlaması. Sebebi ise yine erkek dırdırı.

 

ÖEA: Kötü bir tablo varsa bunun öylesi böylesi yoktur demek istemiş Tolga Karaçelik. Dırdır eden başlangıçta küçücük bir çocuk, sonra orta yaşta bir adam ve daha sonra ileri yaşlarda bir adam, yediden yetmişe diyebileceğimiz erkek slaytı diye gözler önüne serilmiş.

 

- Kadınlık ve erkeklik rolleri ne tür bir bakış açısıyla yansıtılmış?

 

GA: Filmde barda geçen konuşmalar kadın ve erkeğin alışılmış cinsiyet rolleri arasında da güzel bir zıtlık yaratıyor, çünkü kadın, Kenan’a asılırken futbol maçından ve oyunculardan bahsediyor. Bir kadın kendi isteğiyle bir erkeğin yanına gelip bar sohbetini başlatıp aynı şekilde sonlandırabiliyor. Filmdeki kadın karakterler olay ve durumlarla başa çıkma yöntemleri açısından da ilgi çekici görünüyorlar. Güçlü kadınlar (Suzan ve muhtarın karısı gibi) ya da sesi ve sözü olan kadınlar, filmde erkeklerin karşında daha da sesli ve sözlü olabiliyor. Aynı şekilde ana karakter Suzan başta olmak üzere filmde kadınların çizimi daha maskülen.

 

NB: Bu kadınlık-erkeklik meselesiyle bar sahnesinde tersyüz edilme durumu var. Futbol muhabbeti açarak karşı cinsi tavlamaya çalışan bir kadın, futboldan bir şey anlamayan ise erkek. Hatta kadının özgüvenli duruşu, espri anlayışı, kontrol eden konumunda bulunmasına karşın Kenan, pasif ve biraz aptalca davranıyor.

 

- Senaryonun bir yere varmadığı eleştirisine ne demeli?

 

NB: Hayır, buna katılmıyorum. Film, ciddi ile komiğin, ölüm ile yaşamın, gerçek ile abartının birbiriyle ilişkisi üzerine kurulmuş. Eee, senaryo da kurgu da böyle gidiyor doğal olarak.

 

ÖEA: İşte hayat bu değil mi? Ne zaman ne yaşayacağımızı bilmiyoruz. Gülecek miyiz, ağlayacak mıyız bilmiyoruz. Karaçelik ilk defa bu filminde sürprizlerle dolu hayatı senaryoyla eşleştirmiş.

 

GA: Bence bu eleştiri filmin çok yönlü anlatım diline yönelik yapılan bir eleştiri. Öncelikle salt ve kolay anlaşılır katmanlardan oluşmuyor film, bunu kabul etmek lazım; fakat hikâye özgün ve naif dokunuşlarla zenginleştirilmiş. Film bir noktada aile öyküsü: parçalanmış ya da baştan hiç var olmamış bir alenin trajikomik öyküsünü anlatıyor. Filmin aile kurumuna ve aile tanımlarına yönelik bir eleştirisi olduğunu da düşünüyorum; ancak metnin dine, felsefeye, feminizme, toplumsal cinsiyete, ahlâka, kültüre, popüler kültüre yaptığı ironik dokunuşlar da çok şey söylüyor gibi.

 kelebekler2

 

- Filmin sonunun hayal kırıklığı olduğu yönünde bazı eleştiriler var…

 

NB: Filmin sonu da aynen bahsettiğim gibi. Kör çoban, çatıyı tamir etmiş. Kör ve çoban! Ne alaka? Baba, miras diye borç bırakmış. Çoban da ölmüş adamın arkasından para istiyor… Hepsi saçma, zaten işin cilvesi de bu.

 

ÖEA: Bu eleştirileri pek anlamıyorum, çünkü filmin havasından suyundan o kadar iyi yararlanılmış ki final çat kapı gelen misafir tadı bırakıyor. Cemal karakterinin kör çobanın anlattıklarına verdiği tepki ile Kenan’ın gülen Cemal’e olan çıkışı filmi mutlu son havasına bürüyor.

 

GA: Komik, gerçekten güldük yani, öyle bir son beklendik değildi; ama ben bu sonun filmin öyküsel gidişatına ‘cuk’ diye oturduğunu pek söyleyemeyeceğim. Bu son Karaçelik’in işi bence; inek nerde, dağa kaçtı, dağ nerde yandı bitti kül oldu misali.

 

- Kurgu kötü diyenler de olmuş…

 

NB: Hem biçimsel hem içeriksel bakımdan aynı tonda olmasıyla organik bir bütünlük sağlamış bence. Karakterler ağlarken pat diye kahkaha; gülerken pat diye ağlama; hızlı ritimden pat diye yavaşa… Tüm bu kesmeler de hayata müdahale eden olaylar gibi; ani, tesadüfi (tabii bu insanın inancına göre de değişir), alakasız ve saçma- saçma ama önemli. Böyle bir senaryoya böyle bir kurgu uyum sağlar.

 

ÖEA: Böyle bir filme daha farklı nasıl bir kurgu yapılabilir bilmiyorum, ama bu filmle ilgili bildiğim tek bir şey var: Böyle sade bir filme böyle kurgu lazımdı.

 

GA: Filmin ritmine uyan bir kurgu, baştan sona…Filmde en çok beğendim nokta kurgu oldu.

 

kelebekler3 

 

- Toplumsal meselelere ve dini konulara yer verme biçimlerine gelirsek…

 

ÖEA: Din üzerine esprili bir dille bu kadar derin yaklaşılması ve rencide etmeden sorgulamaya yöneltmesi, astronot Cemal’in mesleki hayatının tebessümle anlatılması ve bir astronotun mesleği ile olan bağlılığını çok samimiyetle görebilmemiz gibi sebeplerle yönetmen, bu filmin altından kalkabildiğini gösteriyor.

 

GA: Din ve inanç kavramlarının sorgulanabilir tarafını köyün hocasından dinlemek çok hoş bir ironi olmuş. Daha da ötesi böyle bir köyde işlevselliğini yitirmiş inanç sistemlerinin varlığı artık gelenekten öte değildir. Yani böyle bir köyde aslında dinin cenaze namazı çoktan kılınmış.

 

- Kelebekler nedir? Mezarla olan bağlantısı yeterince açık mı?

 

NB: Filmin en kapalı yönü kelebekler bence. İşlevi ne? Renkli, cıvıl cıvıl, baharı getiren masum varlıkların aslında ölümü getirmesi diyeceğim. Tabii bu yorumu filmin mozaik yapısına dayanarak çıkarmaya çalışıyorum. Daha da ötesini anlamadım!

 

GA: Kelebekler  filme mistik bir ruh katmış. Tarihte mezarların üzerine konan kelebek türleri var, fakat hatırladığım kadarıyla onlar mezarların üzerinde oluşan bir bitki ile beslendikleri için bunu yapıyorlardı. Ölümü getiren yahut hatırlatan başka bir durum söz konusu mu bilemeyeceğim; ama kelebeklerin hikayesini sevdim.

 

- Şarkılar göze sokulmuş mu?

 

NB: Vallahi, hangi türden eser olursa olsun eski şarkılar kullanılınca alıcı kitle bunu göze sokmak gibi hissetmiyor, aksine romantik ve nostaljik bir duyguya kapılıyor bence. Seçilen şarkıların sözleri, filmin meselelerini kabak gibi ortaya çıkarıyor, o kesin, ama 90’ların pek de bilinmeyen şarkılarını bulup kullanmışlar. O yüzden rahatsız etmiyor.

 

ÖEA: “Barış Manço’yu anmamız; Erkut Taçkın, Nazan Öncel ve Grup Gündoğarken’i tekrar hatırlamamız iyi oldu.” desem her şey anlaşılır zaten.

 

- Hatıralar, beklentiler ve gerçekler… Anne ve baba hayal kırıklığı mı?

 

NB: Aynen öyle… Tıpkı kadın ve erkeğin kendi türlerine uymaması gibi anne ve baba figürleri yapıcı değil yıkıcı, gelecek vaat eden değil hayal kırıklığı. Çocuklarından birini ölürken yanında götürmek isteyen bir anne, küçük yaşta çocuklarını reddeden bir baba.

 

ÖEA: Yine bir baba travması diyoruz, ama izledikçe önce yüzeysel sonra yarayı dağlamayan bir anne travması izliyoruz. Sancılı bir anne anıları olmasına rağmen yine filmi baba bitiriyor.

 

GA: Film ailevi bağları eleştiriyor fakat filmde bir bağ göremiyoruz, olması da mümkün değil zaten. Hani bir de olmayan bağı nasıl açıklayacaksın, hatıra desen silinesi hatıralar bilinmezliklerle, eksiklerle dolu. Yani ortada ne aile var ne bağ var ne de doğru düzgün anı var. Olanı da izleyiciye veriyor zaten Karaçelik.

 

- Ana öykü klişe mi?

 

NB: Klişeyi farklı anlatmak olmuş bu… Birçok filmin, romanın, şiirin, resmin… yaptığı gibi.

 

GA: Yani parçalanmış aile hikayelerini çok gördük evet, fakat böylesi pek de klişe sayılmaz. Film, hadi sıkı sıkı sarılalım, bir aile olalım demiyor bence. Verdiği mesajlar farklı…

 

- Suzan sarhoşken ve mezarın başında dökülüyor. Bu anların önemi nedir?

 

NB: İnsanın doruk noktaları, duygusal boşalma anları… Aslına bakarsan en klişe iç dökme biçimlerini Suzan’da görüyoruz.

 

ÖEA: Kadın: Ne yazık ki yolun sonundaki güvenilir limanlara demir atıyor.

 

GA: Suzan’ın mezar başında dökülmesinin klişe olduğuna kesinlikle katılıyorum. Hatta bence biraz bayağı kalıyor. Bunu sona yaklaştıran ince bir çıkış olarak da görebiliriz. Öyküye dönük yapılmış bir duygusal boşalım sahnesi.

 

- Aile içindeki bilinmezlikler, baba ile birlikte gömülüyor mu?

 

GA: Tekrarlıyorum, bu film bilmek, hikâyeyi çözmek, bağları kurmak üzerine bir film zaten değil. Böyle bir kaygısı yok.

 

- Toplumsal meselelere mizahi bakış açısıyla yaklaşım sadece popüler filmlere özgü olmamalı.

 

GA: Herkes ekmeğini mizahtan çıkarabilsin işte daha ne. Çıkarabilene her yer sinema.

 

- Tavukların patlaması öyküye katkı sağlıyor mu?

 

NB: Yapımcılardan Diloy Hanım da dedi: “Komik işte.” Muhtemelen Karaçelik bu tür bir olayı bir yerlerde okudu, duydu ya da öylesine uydurdu ve kendisi çok eğlendiği için filme de koydu. İlla bir yorum katacaksak da diyorum ki tavukların o köyde patlaması, karakterlerin maneviyatlarının patlamasını simgeliyor. Her şey Hasanlar’da oluyor çünkü.

 

kelebekler4

 

- Astronotun filme katkısı nedir?

 

GA: Ne beklenirdi ki bence Cemal’ın onaylanma ve kendini kanıtlama kaygısı var. Kendini yakmaya kalkışması, kitap yazması ve kendi bildiği hayatı tırnak içine sığdırmaya çalışması bundan. Bir de tabii kimlik arayışı var.

 

kelebekler5.1

 

- “Bazen çok üzülüyorum.”

 

NB: Aha! “Vallahi olay budur.” dedim! Filmin tüm mesajı bu: Bazen çok üzülüyorum, her zaman değil, bazen! İşte yine o mozaiğe geleceğim: Hayat bazen saçma, bazen ciddi, bazen üzücü, bazen komik. Bazen, her zaman değil.

 

ÖEA: Söylenecek çok şey var ama sadece şunu diyebilirim: Bazen çok şey söylemek istiyorum…

 

GA: Hayat bu, kelebekler de uçar gider, sen uçuşu hatırla… Bazen de mutlu ol ama.